Robert Grainier, 1917 yılının yaz aylarında Idaho Panhandle’da, Spokane Beynelmilel Demiryolları’na ait kumpanya depolarında hırsızlık yaparken yakalanmış ya da en azından böyle itham edilmiş Çinli bir amelenin hayatına kast edilen bir teşebbüse dahil olmuştu. Demiryolu ekibinden üç kişi hırsızı yakalamış, Moyie Nehri’nin on beş metre üzerinde bulunan inşaat halindeki köprüye doğru kıyıdan yukarı sürüklemişlerdi. Çinlinin ağzından hızlı ve tek düze mırıltılar biteviye dökülüyordu.
Adam çuvala tıkılmış bir sansar gibi kıvır kıvır kıvranıyor, boşta olan tek yumruğunu arkaya, kendisini ensesinden yakalamış adama doğru savuruyordu. Bu grup yanından geçerken adamların bitkin düştüklerini gören Grainier, onlara yardım edeyim derken kendisini Çinlinin çıplak ayaklarından birini tutarken buldu.
Yüzü ona dönük duran, Spokane Beynelmilel idaresinden Mr. Sears mahkûmu neredeyse beyhude yere koltuk altlarından tutuyor, bir yandan da çabalarının en zor anında dahi, ne dediği anlaşılmayan Çinli dışında bir tek o konuşuyordu: “Ulan, şu tepeye varabilirsek ne olayım!” Onu tepeye kadar taşıyacak mıyız?

Hayatta başka çareler aramak
Grainier’ın sual etmek istediği ama nefesini bu boğuşmaya saklamanın daha iyi olacağı kanaatine varmıştı. Sears bir kez gülmüştü, beti benzi yorgunluk ve dehşetle atmış bir halde. Hep beraber toza toprağa yuvarlanmış, tekrar düzelmiş, tekrar yuvarlanmışlardı, Çinli acayip dillerde konuşuyor ve dördünü birden dehşete düşürüyordu, başta ne düşünmüş olurlarsa olsunlar artık adam onlar için bir ölüydü. Onu köprünün iskeletinden aşağı atmaktan başka çare kalmamıştı.